3 Şubat 2012 Cuma

PORTEKİZ

Sıcak insanlar,pis sokakalar,fahişeler ve marihuana...


 Hemen korkmayın be, bunlar bu ülkeyi haddinden fazla sevmeme yarayan şeyler.Küçüklüğümden beri latin  kültürüne bir hayranlık vardır bende.Bob Marley,İbrahim Ferrer, Hugo Chavez,Buena vista,Ayhan Sicimoğlu ve son zamanlarda sürekli dinlediğim Aventura grubundan mıdır bilinmez, latin amarikanın hastasıyım...


Portekiz'e farklı bir bakış açısından bakmak....

LİZBON 


İstanbulun ikiz kardeşi..
Bir şehir İstanbul'a ancak bu kadar benzeyebilir.Yedi tepeli olması, tarihi yapıları,boğazı hatta asma köprüsüyle Avrupanın batı ucundaki sıcak memleket.Lizbon'a Madrid'ten hergün işleyen ve 11 saat süren tren yolculuğu ile sabah 7 gibi varıyoruz.Hostelimiz şehir merkezine yakın biryerde ancak kapı numarasını bulmakta zorlanınca ilk önce sokakları temizleyen abiye adresi sorup portekizce tarifi anlamaya çalışırken yanımıza orta yaşlı bi ablamız yaklaşarak harika ötesi ingilizceyle bize yolu tarif edip hostlimizin önüne kadar da götürüyor.Allah allah bu işte bi iş var bu kadar sıcakkanlılık fazla yahu:) demeye kalmadan cebimizdeki cent'leri kendisine hediye ediyoruz :)



Lizbonu keşfetmeye kaleden başlıyoruz,daracık sokaklardan şehrin tepesine çıkınca yorulsakta manzara harika.Şu an için en büyük sorunumuz aşırı sıcak hava.Termometreler 46 derece..Evet Madrid'te sıcaktı ama burası aşırı nemli ve pişik riski var :) Bu kentin en önemli simgesi olan Belem kalesine gitmek için yürümeyi tercih ediyoruz.Elimizdeki rehbere  göre boğaz hattını takip ederek hiç bir yere sapmadan direk karşısına çıkıcaz Belem'in.Uzunca bir yürüyüşten sonra yollar tenhalaşıp ilk önce alenen fuhuş yapan insanları daha sonrada fuhuşun ileri safhasında ki eşcinsel çifti görünce, nereye gittiği hakkında en ufak bir fikrimizin olmadığı ilk gelen otobüse biniyoruz.Şöför abimize Belem kalesini sorar sormaz içerideki teyzelerden bazıları bize güzel portekizceleriyle bişey anlatmaya başlıyorlar.Büyük olasılıkla yanlış otobüse bindik biliyoruz ama sende azıcık sus be hanım teyze :) Sonunda otobüsün sahil yolundan saptığı biyerde inip güzel Belem'i buluyor ve fotoğraf çekimine başlıyoruz..
*aslında boğaz dediğimiz şey boğaziçine benzeyen ve okyanusa akan Tagus Nehri



 Akşam üzeri hava serinleyince gezmek için ideal koşullar oluşmaya başlıyor.Lizbon mimarisiyle  ve şehrin her tarafında hizmet veren sarı tramvaylarıyla favori şehirler listemde çoktan yerine aldı.Lizbon diğerlerine göre daha canlı bir şehir görüntüsünde.Mesela  gezerken önünüze bir vatandaş atlayıp size mariuhana satmaya çalışabiliyor yada hayat kadınları sözlü tacizde bulunabiliyor.Peşinize takılan onlarca dilenciyi saymıyorum bile.



Yorgunluğun etkisiyle kendimizi hostele atıyoruz hemen.Ama öyle hemen uyumak yok.Hostelin mutfağında yemek yaparken tanıştığım fiziksel ve yüz olarak Cesaria Evora'nın kız kardeşi kıvamıdaki, Türk dostu brezilyalı Elisa ile tanışıyoruz.Elisa 46 yaşında bir hanım.Londra'da kaldığı zamanlar Mustafa adlı çok samimi bir arkadaşı varmış ve artık gördüğü her Türk erkeğine Mustafa diyor kendisi :) Sohbet güzelleştikçe güzelleşiyor ve ilerleyen saatlerde beraber halay çekmeye başlıyoruz nedensizce..
 




   Bu arada ben Lizbon izlenimlerimi kendilerini İstanbul'da ağırladığım portekizli arkadaşlara anlatınca fazlaca şaşırdılar, yok aslında tam öyle değil gibilerinden.Demek ki şansımıza kaldığımız semt gezdiğimiz yerler karşılaştığımız insanlar Lizbon'un farklı bir yüzünü tanıttı bize.